Habersiz Kalma
  TÜRKİYE'NİN ASKERİ GÜCÜ, STRATEJİSİ VE GELECEĞİ
 

        

  TÜRKİYE’NİN ASKERİ STRATEJİSİ, GÜCÜ VE GELECEĞİ  

Soğuk Harp Döneminde kendini Sovyet Bloku’nun tehdidi altında gören ve NATO’nun Rusya ile sınıra sahip tek üye ülkesi konumundaki Türkiye’nin, bu tehdit ortadan kalktıktan sonra stratejik önemini yitireceği, bir süre için ,özellikle Avrupalı müttefiklerimizce savunulmuştur. Ancak, sonraki süreç durumun hiç de öyle olmadığını gözler önüne sermiştir. Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanlar gibi “şeytan üçgeni” diye adlandırılabilecek bir cadı kazanın merkezi ve bu kazandaki tek istikrarlı demokratik ve Müslüman ülkenin Türkiye olduğu ortaya çıktı.
Geçmişte Boğazları ve Kafkas sınırlarını koruyarak Sovyetlerin Akdeniz’e inmelerini engelleyen Türkiye’nin, şimdi, Avrupa Birliği (AB) ve NATO’nun uğraştığı risk senaryolarının cereyan edebileceği bölgelerle sınırları olduğu gibi bundan böyle de Doğu Akdeniz, Balkanlar ve Ortadoğu’daki, hala Amerikan ve Batı güvenliğini tehdit edebilecek olası senaryoların merkezinde gözükmektedir. Bu senaryoların olasılığı, ileride, İran, Suriye ve Irak’la komşu bir Türkiye’nin AB için, hem arada bir tampon bölge oluşturabileceği, hem de sorun yaratabileceği ikilemini ortaya çıkmaktadır. AB, Türkiye’yi kendisiyle sorunlu Ortadoğu bölgesi arasında bir tampon bölge olarak tutmak ve Türkiye’yi Birliğe girmekte oyalamak isterken, ABD de Türkiye’nin olabildiğince çabuk AB’ye girip, Batı karşıtı politik çizgilere yönelmemesini istemektedir. Bölgedeki olası senaryolar ve Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) gibi uygulamalar, Türkiye’yi bugün eskiden Batı savunma stratejisinin merkez noktası durumunda olan Almanya’nın konumuna getirmiştir. Dolayısıyla gerek PKK’ya karşı asimetrik savaş deneyimleri olan ve gerekse I. Körfez Savaşı sonrası gelişmelerle, bir zamanlar tamamen savunma üzerine stratejilerini kurmuş olan Türkiye, şimdi çeşitli ve içinde harp dışı harekat veya topyekün savaş da bulunan çeşitli stratejik planlar geliştirmek durumunda kalmıştır.
Geçtiğimiz son 10 yılda, NATO ülkeleri genelde savunma bütçelerini azaltırken (Yunanistan hariç), Türkiye yeni gelişmeler ve tehditler nedeniyle diğer NATO üyelerinin aksine savunma bütçesini sürekli artırmak gereğini duymuştur.
Stratejide Değişimin Başlangıcı
Varşova Paktının dağılmasından sonra gelişen koşullar, Türkiye’yi savunma stratejilerinde köklü değişiklikler yapmaya zorlamıştır. Atatürk’ün “Yurtta Sulh; Cihanda Sulh” ilkesi, yeni dünya düzeninde ve koşullarında yerini, bölgede daha dinamik bir rol arayışına bırakmıştır.
Soğuk Harp Döneminde NATO çevrelerince tartışılan konu , bir Sovyet ve Varşova Paktı saldırısında Türk kuvvetlerinin ne kadar geriye çekilip direneceğiydi.Türk askeri çevreleri Sovyet ve Varşova Paktı kuvvetlerini hemen sınırlarda karşılayıp kademeli çekilmeyi ve Türk sınırlarına yakın bir alanda yardıma gelen NATO güçleriyle karşı saldırıyı düşünüyorlardı. NATO planlamacıları bu kadar iyimser değillerdi.Gene bu bağlamda 1990’ların başına kadar da milli sınırların savunulmasında, çok cepheli ,ancak tek bir düşmandan gelebilecek saldırıya karşı bir strateji öngörülmüştü. Bu stratejide NATO desteği temel öngörüydü.Ancak gerçekleşecek bir üçüncü dünya savaşı veya başlangıcında bu yardımın gelip gelmeyeceği sonradan çok spekülasyonlara da neden olmuştu.
Ancak, 1997’de, Silahlı Kuvvetlerimizin komuta kademesi , Yunanistan ve Suriye’yi potansiyel birer tehdit ve hep bir arada oluşabilecek tehdit senaryolarında bunları bir bütün olarak da değerlendirip, 2 ½ harp konseptini ele almağa başladı.Artık dışardan NATO benzeri bir kuruluş veya müttefiklerden yardım gelme olasılığı hemen hemen hiç söz konusu değildi.Türkiye bütün lojistik ,taktik ve stratejik gereksinimlerini kendi karşılamak durumundaydı. Bu durumda, Türk Ordusu, bir harp olasılığında, her halde birden fazla cephede bir savaşı göze alırken, içeride de geçmişte Ermenilerin I. Dünya Savaşında giriştikleri arkadan vurmanın benzeri gibi bir olasılığı da hesaba katarak ,ilave ve ½’lik bir iç harp olasılığını da planlamaya başladı. Artık Türk askeri gücünün teşkilatlanması, aynı anda farklı ülkelerden gelebilecek en az iki cepheye göre hazırlanmalıydı. İçerideki terörist tehditlerinin düşman güçlerine doğrudan desteği de dikkate alınmalıydı. Bu nedenle ordu, iki konuda hazırlıklı olmalıydı. İlk olarak , Kara ve Hava Kuvvetleri dışardan gelebilecek yoğun zırhlı bir saldırıyı önce yavaşlatıp sonra derinlemesine bir savunma ile püskürtecek; ikinci olarak da kara ve jandarma güçleri içerideki bir tehdidi alan hakimiyeti konseptiyle bastıracaklardı. Bu bağlamda bu yıllarda tespit edilmiş stratejilerde, taktik mobilite söz konusu ise de stratejik ve düşmana karşı derinlemesine karşı vuruş daha az söz konusuydu. Olası savaşlar Türk topraklarında gerçekleşecekti. 

Stratejide Köklü Değişiklikler 

Ancak, 1998’den itibaren yukarıda değinilen stratejiler, yeni gereksinim ve tespitler sonucu köklü bir şekilde değişmiştir. Batıya dönük bir Türkiye, dünyadaki yeni gelişmeler ve oluşumlar ışığında Doğusunu da dikkate alırken, Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu’daki ilgi alanlarının da tespitini yapmıştır. Artık Türkiye bu bölgelerdeki gelişmelerde aktif rol oynayabilecek stratejiler planlamayı ve ordusunun kuvvet yapısını daha mobil ve harbe hazırlıklı hale sokmayı hedefliyordu.Buna uygun olarak yapılan yeni tehdit değerlendirmeleriyle yeni oluşumlar saptanmıştır.Etnik tabanlı ve kökten dinci tehditler, kitle imha silahlarının yaygınlaşması, uyuşturucu kaçakçılığı ve uluslar arası terörizm gibi olgular ele alınmıştır. Belli ülkelerin bu tehditlerin kaynağı olduğu düşüncesinin yanı sıra, bu tehditlerin Türkiye ve Türk Ordusu üzerindeki olası etkileri ve böylelikle oluşabilecek senaryolar geliştirilmiştir.Hatta daha da ileri gidilerek, eski stratejik konsept olan sınırların korunması ve caydırıcılık ilkelerinin ötesinde, zırhlı ve uçar birliklerin hızlı intikaliyle, tehdit arz eden sınır ötesi noktalarına askeri terminolojide pre-emptive strike (ön alıcı vuruş) denilen vuruş ilkeleri de belli koşullar için benimsenmiştir. 

Stratejide Ek Kavramlar 

Bu gelişmelerden sonra, Türk Ordusunun yeni savunma stratejisine, “caydırıcılık” ve “top yekun güvenlik” ilkelerinin yanı sıra,“ileri cephe savunması” ve “kriz durumlarında iç güvenlik destekleri” diyebileceğimiz ek kavramlar da girdi.Bundan böyle Türk Silahlı Kuvvetleri var olabilecek tehditleri, Türk hudutlarına girmeden önce bastırmayı ve savaşı düşman unsurların alanına taşımayı da öngörüyordu.
Bu gereksinimler doğrultusunda, Türk Ordusu bundan böyle, edineceği modern silahlarla, düşman bölgesinin içine derinlemesine harekatla girecek ve taktik olarak bunları şiddetli bir ateş baskısıyla gerçekleştirecek stratejileri ön plana alıyordu . Modern tank ve tanksavar silahlarına sahip ordu, entegre hava savunmasının yanı sıra havadan uçar birlikleriyle hızlı, kontrollü ve ani intikal sağlayacaktı. Elektronik cihazlar , küresel yer tespit cihazları ve uydu haberleşmeleri yardımıyla en ileri ölçüde alınacak istihbarat da ordunun düşman bölgesindeki eylemine yardımcı olacaktı.
Bu ilkelerin aslında Osmanlı Ordularının geçmişte uyguladıkları; istihbarat, ani intikal ve düşmanı baskın tarzında sessiz harekatla kendi topraklarında karşılama taktikleriyle örtüşmesi, Türk milletinin yapısına uygun bir strateji geliştirilmesi açısından da dikkat çekicidir diye düşünüyoruz.


Silahlanma ve İleri Yerli Teknoloji 

Yüksek komuta kademesinin bu tespitlerinden sonra, orduda bunla örtüşen modernizasyonlar uygulanmaya başlandı. Günümüz savaşları artık daha hareketli birlikler vasıtasıyla ve yüksek teknolojiye dayanan silahlarla elektronik ortamlarda gerçekleşecekti. Ülkelerin siyasal gücü ve kararlı bir dış politika uygulama yeteneği ancak caydırıcılık gücü olan bir orduyla olasıydı. Bu düşüncelere paralel olarak, Türk Ordusu yeni konsepti ışığında modern silahlar sağlarken, geçmişte karşılaşmış olduğu silah ambargolarını da göz önünde bulundurmak durumunda kalıyordu.Sağlanacak silahların hızla değişen elektronik sistemlerinin yenilenebilmesi ve yerli üretime dönük anlaşmalar sağlanması gibi hususların garanti altına alınması Türk Silahlı Kuvvetlerinin son yıllarda yeni platformlar elde ederken üzerinde durduğu en önemli koşul olmuştur.
Özellikle Kürt sorunu ve Kıbrıs nedeniyle, AB ve ABD tarafından, uygulanan ambargo ve kısıtlamalar, silah temin kaynaklarını tamamen batıya yöneltmiş olan Türkiye’yi geçmişte defalarca sıkıntıya sokmuştur. Bu bağlamda,bundan böyle temin edilecek silahların,yukarıda da değindiğimiz üzere Türkiye’de üretimi ve Türkiye’ye teknoloji transferi önem kazanmıştır. Türkiye’nin, büyük bir savunma bütçesine sahip ve dünyadaki önemli silah alıcılarından biri olduğu da düşünülürse, ambargo ve benzeri tehditler de göz önüne alınarak bir an evvel çeşitli yabancı (kendi konumunda olan benzeri ülkelerle) kompozisyonlar içinde yerli üretime geçmesinde yarar bulunmaktadır. Nitekim, Kıbrıs Savaşı’ndan sonra edinilen deneyimlerle ASELSAN gibi bir kuruluşla ileri düzeyde elektronik, teçhizat imaline geçilmiş ve gene FNSS-Nurol Firması’nın çalışmalarıyla bugün ciddi ve çağdaş bir zırhlı muharebe gücüne sahip olunmuştur.Ayrıca son yıllarda Türk dizayn ve üretimi olan Fırtına, ve Toros gibi topçu platformları ve roket sistemleri ile Atılgan ve Zıpkın gibi kaideye monteli Stinger platformlarının ülkemizde temini bu bağlamda çok şeyler yapılabileceğinin kanıtıdır. Gönül isterdi ki TAI gibi çok sofistike ve başarılı bir kuruluşun gerçekleştirmiş olduğu F-16 üretim çalışmalarının benzeri ve devamı orijinal ulusal projelerle sürdürülebilsin.
Bugün gelinmiş olan noktada ,yalnız bölgesinde değil,deneyimi,eğitim düzeyi ve elindeki kullanmayı çok iyi bildiği modern silahlarıyla dünyanın en güçlü birkaç ordusundan biri olan Türk Silahlı Kuvvetleri ‘nin mevcut silah gücü ve kuvvet yapısı şöyledir :

TÜRK ORDUSU’NUN GÜCÜ
TÜRK KARA KUVVETLERİ 

2 Mekanize Piyade Tümeni
1 Piyade Tümeni ve 1 Eğitim Tümeni
14 Mekanize Piyade Tugayı
14 Zırhlı Tugay
12 Piyade/ İç Güvenlik Tugayı
5 Komando Tugayı
5 Er Eğitim Tugayı’ndan
müteşekkildir.
Kara Kuvvetlerimizin muharebe gücü ise şöyledir:
Personel: 402.000 Kara Kuvvetleri güçleri
180.000 Jandarma Genel Komutanlığı Güçleri
Tank : 397 Leopard 1 A1/A3
906 M60 A1/A3
2876 M48T
4179 Toplam
Modernize edlecekler:
162 Leopard 1
170 M60 A1


Zırhlı Personel Taşıyıcı ve Piyade Muharebe Araçları :
2800 M113 A1/A2 Zırhlı personel taşıyıcı
1160 ACV (Zırhlı muharebe aracı)
240 BTR-80
340 BTR-60
40 S-55
25 Condor
35 UR-416
868 ACV A1FV (Zırhlı muharebe aracı)
5 Kobra
260 Akrep
5790 Toplam (Takribi)
Gelecekte teslim edilmesi beklenen:
551 ACVAAPC (Zırhlı muharebe aracı)
Top ve Roket Sistemleri:
890 Kundağı motorlu obüs
1620 Çekili top ve obüs
30 WS-1
70 Çok namlulu roketatar
Alınmakta Olanlar:
....... Toros 230 A (10-65 km) ve 260 A (15-100 kilometre)
menzilli roket sistemleri
300 155mm Fırtına Kundağı Motorlu Top
400 155mm Panter Top Sistemi
Tanksavar Silah Sistemleri:
392 Milan güdümlü tanksavar roketi
365 TOW SP tanksavar roketi
186 Cobra tanksavar roketi
943 Toplam

Bir Kısmı Alınıp, Kalan Alım İptal Edilen:
1500 Eryx tanksavar sistemi

TÜRK HAVA KUVVETLERİ
 
19 Muharip Filo
2 Keşif Filosu
5 Eğitim Filosu
6 Ulaştırma Filosu
4 Boeing 737-700 AWACS tipi erken uyarı uçağı
1 Tanker Filosu
7 SAM Filosu’ndan müteşekkildir.
Personel: 60.000
Savaş Uçakları:
219 F-16 C/D Avcı/Bombardıman ( Blok 30,40 ve 50 tipi)
52 F-4 Terminator (E-2020)- Avcı/Bombardıman
70 F- 4 E (18’i Keşif Uçağı)
58 F-5 (Kullanılmayan, yedek)

340 Toplam (F-5’ler hariç) (takribi)
Destek ve Eğitim Uçakları
19 C-160 Nakliye Uçağı
7 C-130 E Nakliye Uçağı
5 C-130 E (Elint/Sigint kapasiteli) Nakliye Uçağı
53 CN-235 Nakliye Uçağı
7 KC- 135 R Tanker Uçağı
184 Jet Eğitim uçakları (F-5, T-33, T-38, F-5, Cessna 318(T-37))

Müşterek üretime başlanacak ; 

10 Airbus M 400 ağır nakliye uçağı
Kara-Deniz-Hava-Jandarma Helikopter Gücü
37 H-1 W/P (Saldırı Helikopteri)
47 AS-532 Cougar
19 Mi-17
85 S-7A BlackHawk
9 AB-412
186 UH-IH / AB204 / AB-205
63 Muhtelif Hafif Nakliye Tipi(AB-206, H-300C, O??-58B)
14 AB-212 ( Deniz saldırı helikopteri)
8 S-70B (Deniz saldırı helikopteri)

462 Toplam (takribi)
108 adet Harpy insanız atak /keşif uçağı alınmıştır.

TÜRK DENİZ KUVVETLERİ 

Personel: 53.000
2.200 (Sahil Güvenlik Gücü)
Denizaltılar:
6 Atılay sınıfı (209-1200) Denizaltı
2 Hızırreis sınıfı (TANG) Denizaltı
4 Preveze sınıfı (209-1400) Denizaltı

12 Toplam
4 adet Gür Tipi (209-1400) Denizaltı 2003-2006 arası teslim ediliyor.
Fırkateynlar:
4 MEKO-200 (Barbaros sınıfı) Firkateyn
4 MEKO-200 (Yavuz sınıfı) Firkateyn
7 Gaziantep (Oliver Perry sınıfı) Firkateyn
5 Tepe (Knox sınıfı) Firkateyn
6 Burak (d’Orves Sınıfı) Firkateyn

26 Toplam
Hücumbotlar :
8 Doğum Sınıfı Hücumbot
4 Kılıç Sınıfı Hücumbot
2 Yıldız Sınıfı Hücumbot
9 Kartal (Jaguar) Sınıfı Hücumbot

22 Toplam 

Diğerleri:

84 adet Mayın Arama, Tarama, Döşeme Gemisi

57 adet Muhtelif Çıkarma Gemisi

Gelecekte Beklenen Alımlar:
 
7 Kılıç II Sınıfı Hücumbot
6 Aydın Sınıfı Mayın Arama Gemisi
8 Korvet (1500 Tonluk) MİLGEM Projesiyle
Bunların yanı sıra, Deniz ve Sahil Güvenlik Kuvvetleri, alacağı 9 CN-235 Deniz Karakol Uçağının 6’sını teslim almıştır.
Silahlı Kuvvetlerimiz bütün bunlara ilaveten ,12 adet rampadan müteşekkil ve 72 füzelik
bir ATACMS (Karadan-karaya taktik balistik füze) platformuna sahiptir.
Silahlı Kuvvetlerimizce bunların yanı sıra modern harp ve çağdaş teknolojinin gereklerini uygulayabilmek amacıyla;
BİLTEN ve SAGRES yer istasyonları vasıtasıyla uzak algılama yetenekleri sağlanmaktadır.
BİLSAT ve TURKSAT-2A uyduları bunları iletişim ve görüntü olarak sağlar.
Gene bu bağlamda TSK’nın gene; Ikonos ve Ofeq5 gibi keşif uyduları aracılığıyla uzaydan görüntü elde edebilme yeteneği de mevcuttur.

Modern Ordunun Özellikleri
 
Bütün bu yukarıda değindiğimiz veriler ışığında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin dünyanın en gelişmiş ve deneyimli birkaç ordusundan biri olduğu ortadadır.
Mevcut kapasitesiyle şu anda silahlı kuvvetlerimiz; çok kısa bir ikaz süreci içinde 40-50 bin kişilik bir kolorduyu müşterek bir harekat için görevlendirebilmekte, 5-6 taburluk bir kuvveti gece veya gündüz havadan yüzlerce kilometre uzağa intikal ettirebilmektedir.Bu yeteneğe dünyada ancak birkaç ordu sahiptir.
Hava Kuvvetlerimiz elindeki çeşitli platformlarla dünyanın en etkili ve deneyimli güçlerinden biri haline gelmiştir . Tanker uçakları eşliğinde, dünyada ancak birkaç ülkede bulunan ve her hava koşulunda ,gece ve gündüz operasyon yapabilen Lantirn ve elektronik yetenekli Harm -Sead filolarıyla esasen bu gücünü muharebe alanında ,Bosna-Hersek,Sırbistan operasyonlarında rekor denebilecek uzun uçuşlarda kanıtlamıştır.
Deniz Kuvvetlerimiz son yıllarda yaptığı atılımlarla Akdeniz’in en ciddi gücü konumuna ulaşmıştır.
Ulaşılan bu kapasiteler, caydırıcılığın yanı sıra stratejik olarak, düşmanı yuvasında karşılama olgusunu gerçekleştirebilecek vasıta olacaktır. Bunun da 1998 den sonra savunulan yeni stratejik yaklaşımları bütün içinde somut olarak destekleyeceği açıktır. 

Gelecekteki Beklentilerimiz 

Cadı kazanına dönme istidadı gösteren bir bölgenin ortasındaki Türkiye’nin her şeyden evvel gelişen dünya silah teknolojisine ihmal etmeden ayak uydurması gerekmektedir. Elektroniğe dayanan bugünkü silah teknolojisi 5 senede demode olabilmektedir. Örneğin 1987-1989 döneminde Peace Onyx I programı ile temin ettiğimiz bir kısım F-16 C/30 ve F-16 D/30 uçakları o zamanlar dünyanın en ileri uçakları olarak kabul görürken, şimdilerde Blok 30’ların yerini Blok 40, 50, 52 ve 60 lar aldığından demode olmuş ve birçok görevi yanlarında kendilerini destekleyecek ileri teknolojideki uçaklar olmadan ifa edemez hale gelmişlerdir. THK bu nedenle bunları yenileme durumundadır.
Yine geçmişte çok ileri teknoloji ürünü Leopard A1/A3 tankları bugün yenilenme durumundadırlar.
Silahlı Kuvvetlerimizin bu bağlamda; 

Saldırı helikopteri, ana muharebe tankı, termal kamera ve gece görüş ekipmanları, C41 Sistemi olarak adlandırılan, muharebe sahasında tabur seviyesinde gerçek zamanlı ses, bilgi, resim iletişimi sağlayabilen taktik sistem alımı, Kara, Hava ve Deniz Kuvvetlerimiz için gerekli olan insansız hava araçları alımı, havadan bağımsız olarak hareketli geliştirilmiş denizaltı alımı, MİLGEM projesine dahil korvet inşası, “Uzun Ufuk” olarak adlandırılan, Deniz Kuvvetlerimizin Ege Denizini 24 saat denetim altında tutacağı gözetleme platformunun temin edilmesi, Block II Harpoon füzelerinin modernize edilmesi, F-16’ların elektronik savaş kapasitelerinin modernizesi, A-400 gibi ve Türkiye’nin de imalatçı ülkeler arasında olduğu geleceğin ağır nakliye uçağının temini, AH-I ve UH-I serisi helikopter platformlarının yenilenmesi gibi çalışmaları behemehal gerçekleştirmesi gelecek için çok yararlı olacaktır. 

Çevresel Tehditler 

Yunanistan’ın son yıllarda bir yandan barış çığlıkları atarken öbür yandan hava sahasını titizlikle 10 milde tutması ve hava savunma sistemleriyle hava kuvvetlerini, özellikle de yeni elde edeceği 60 adet (30 da olası ilave ) EF-2000 Eurofighter tipiyle güçlendirmesi dikkate alınmalıdır.
Çevresi tamamen potansiyel problem çıkarabilecek ülkelerle dolu olan Türkiye’nin silahlanması açıklanabilirken, Yunanistan’ın yukarıda değinilen uçaklara ilaveten; son yıllarda aldığı; 58 adet F-16 Block 50+, 15 adet Mirage-2000-5 uçağı, 10 adet Mirage-2000 E’nin ve 39 adet F-4’ün modernizasyonu, 4 adet EBM-145 erken uyarı uçağı alımı, 4 adet Cougar SAR/CSAR helikopteri, 4 adet AS-S 32 Super Pume helikopteri alımı, 540 adet AMRAAM hava füzesi alımı, 4+2 batarya Patriot III versiyonu alımı, 56 adet derinlemesine uzak mesafe yeteneği olan SCALP-EG alımı, 21 adet TOR-M, SAM ve 11 adet CROTALE SAM alçak irtifa hava savunma bataryası gibi alımları ve hatta kiralanması olası olan 2-4 adet Tanker uçağı projeleri de özellikle dikkate alınmalıdır.
Gene komşularımızdan İran son yıllarda birçok alanda, uçak dahil, askeri platformlarını ve özellikle balistik füze kapasitesini iç üretimle geliştirmeye çalışmaktadır . Bunun yanı sıra nükleer güce erişme çabasında olduğu da son aylarda çok sık gündeme getirilmektedir.
Ermenistan’ın tahrikleri nedeniyle, Kafkasya sahnesinde yeni çatışmaların çıkması olasılığı vardır. Burada Türkiye’nin her halükarda ve ısrarla Azerbaycan’ı desteklemesi söz konusudur. Bu sahnenin büyük oyuncularının Rusya ve İran olduğu unutulmamalıdır.Dünyanın hızlı değişen ve gelişen siyasal ortamında Kafkaslardaki ve uzantısındaki Orta Asya Türk Cumhuriyetlerindeki oluşabilecek birçok gelişmelere her halde artık ,etnik,kültürel ,siyasi,dini,ekonomik bağlarımızdan dolayı sessiz kalamayacağız.
Bütün bunlar geleceğe dönük,son derece mobil ve esnek mukabele gücü olan bir ordunun sürekli kendini yenilemesi gereğini ortaya koymaktadır.Bu da silahlanma ve teknolojinin gereklerini yerine getirmeyle sağlanabilecektir. 

Acil Gereksinimler 

Türkiye’nin gelecekteki silahlanma olgusunu irdelerken yinelememiz ve altını çizmemiz gereken birkaç önemli husus ,özellikle,mevcut F-16’ların 2010’lardan sonra yenilenmesi, 4200 kadar olan tank gücümüzün elektronik atış sistemlerinin yenilenmesi ve demode olan sistemlerin yerine yeni platformlar temini ile uzun menzilli hava savunma sistemimizin oluşturulmasıdır.
F-16’ların yenilenmesi, Joint Strike Fighter denilen ve Türkiye’nin de aralarında bulunduğu 10 ülke tarafından üretilecek 4 üncü nesil, son insanlı savaş uçağı olarak adlandırılan F-35 projesiyle tamamlanacaktır. Türkiye’nin, imalatına 175 milyon dolarla 3 üncü kademede katılacağı bu uçağı, Jane’s Defence Weekly dergisinin 26 Mayıs tarihli sayısındaki haberine göre 100 adet konvansiyonel model ,20 adet de (STOVL-kısa kalkış,dikine iniş) modeli olarak alacağı açıklanmıştır Yarı görünmez özelliği olan ve F-16’ dan daha az bomba taşıma kapasitesine sahip olmasına rağmen, derinlemesine düşman hedeflerine sızabilecek bu süper uçak av-bombardıman özelliğine rağmen bir F-22 veya hatta bir EF-2000 Eurofighter gibi tam bir av/önleme özelliğine sahip değildir diye nitelendirilmektedir. Bu olgu gelecekteki F-35 edinimi açısından yeni yapılanma içinde göz önüne alınarak bu platformu tamamlayacak bir-iki filoluk ayrı bir av-önleme platformuna gerek vardır diye düşünülebilir.
Uzun menzilli hava savunma sistemimizle ilgili olarak yukarıda değindiğimiz gereksinim çevremizdeki tehditlerden dolayı önem kazanmaktadır. Rapier Mk-2 gibi yerli ve ROKETSAN tarafından başarıyla üretilen SAM füzelerimizin yanı sıra orta menzilli I-HAWK platformlarımızın kısa ve orta menzilli hava savunma gereksinimimizi yeterince karşıladığı söylenebilir. Ne var ki uzun menzilli hava savunma sistemimizin Patriot veya Arrow gibi sistemlerle behemehal takviye edilmesi gereği söz konusudur. Ayrıca yukarıda değinmiş olduğumuz ana muharebe tankları gereksinimimizin, Birinci Körfez savaşında tankların oynadığı kesin ve kararlı rol de göz önüne alınarak karşılanması gerekir. Savunma çevrelerince söz konusu edilen 1000 adetlik gereksinim ve yıllardır yılan hikayesine dönen saldırı helikopterleri alım veya üretimi bir an evvel stratejik koşullar düşünülerek yerine getirilirse stratejik çıkarlarımızın korunması kolaylaşacaktır. Tank konusunda son günlerde gündeme gelen Kore-Pakistan işbirliği ilginç bir gelişmedir. Bu ve saldırı helikopterleri alım projelerinin son milli savunma bütçesi tadilatından sonra artık kararlı bir şekilde bir an evvel sonuca ulaştırılması Türkiye için her halde hayatidir. 

SONUÇ: 

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin büyük katkısıyla bölgesel güç konumuna gelen Türkiye’nin, bölgedeki çıkarlarını, ilgi ve yaşam alanlarında vakit kaybetmeden ve kararlılıkla,yeni savunma stratejilerine ve ekonomik çıkarlarına uygun olarak gerçekleştirebilmesi için silah gücünü sürekli olarak yenilemesi gerektiği dikkate alınmalıdır. Unutulmamalıdır ki barışın yolu, kuvvetten geçer ve kuvvetli olan daima haklıdır.

Kaynak: tusam.net

 
  Bugün 1 visitors (2 hits) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol