Habersiz Kalma
  ZORLA OLUŞTURULMAK İSTENEN BİR IRK VE YALAN BİR TARİH.
 

KARDEŞ KARDEŞE NEDEN SİLAH ÇEKER? NEDEN ONLARCA YILDIR BAŞKA DEVLETLERİN YÖNLENDİRMESİNE İZİN VERİRLER?

" Bugün Kürtçülük davası güdenler, acaba bu ülke parçalanırsa kendilerinin Amerika'nın, İsrailin;İngiltere ve diğer düşmanlarımızın oyuncağı ve kölesi olacaklarının farkındalar mı? Bu ülke parçalanırsa, Avrupa ve Amerika'nın bu toprakları kürtlük davası güden kardeşlerimize de mezar edeceklerinin farkındalar mı?"

I-KÜRTÇÜLÜK MESELESİ

X1X.yüzyıl başlarından itibaren,Avrupa emperyalist devletleri arasındaki denge,Osmanlı mirasına göre kurulmuş,bu imparatorluğun yıkılmasıyla hesaplar alınıp-verilmiş ve XX. yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren Anadolu topraklarında genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti yükselmişti. Elli yıl gibi kısa bir zaman içinde Türkiye gerek yakın komşuları ile gerek dünyanın diğer ülkeleriyle dostane ilişkiler içerisine girmiş, “Birleşmiş Milletler İdeali” uğruna Kore’de binlerce evladını şehid vermiştir.

İkinci cihan savaşından sonra sıcak savaşın yerini alan soğuk savaşın bütün sinsi kahredici, yıkıcı metodları Türkiye gibi gelişme çabasında olan ülkelerde uygulanmaya başlamıştır. Bilhassa 1968 yılında basit öğrenci hareketleri olarak sahnelenmeye başlayan anarşi ve terör çılgınlığı Türkiye'yi 1980 sonlarına doğru bir iç savaşın eşiğine getirmiştir.

Bugüne kadar Türk tarihinde görülen felaketler ve ihanetler genellikle, dıştan düşman devletlerin saldırısı ve istila emelleri, içte iktidar kavgaları veya devlete karşı yürütülen iç isyan ve ayaklanmalar şeklinde tezahür etmiştir.

Türk devleti bu tehlikeleri kısa sürede bertaraf etmeye muvaffak olmuştur. Ancak son yirmi seneden beri, Türkiye’deki hürriyet ortamından istifade ederek gelişen beynelmilel komünizm, Kürtçülük ve mezhep kavgalarını kışkırtmaya legal veya illegal kuruluşları örgütlemeye ve yönlendirmeye başlamıştır.

Bunun sonucunda 12 Eylül 1980 öncesi Türkiye bir bölünme, parçalanma ve iç harp tehlikesinin eşiğine gelmiştir.

Kaleleri içerden ele geçirmek yani ülkeleri parçala, böl sonra yok et prensipi emperyalist politika takip eden devletler tarafından hedef seçilen ülkelere karşı yüzyıllardır uygulana gelen genel bir strateji niteliğindedir. İşte beynelmilel komünizmde, önce, metod olarak seçtiği anarşi ve terör sayesinde Türkiye’yi çeşitli kamplara bölüp parçalamak suretiyle hedefine ulaşmayı planlamıştır.

Günümüz Türkiye’sinde Kürtçülük meselesi tamamen dışardan kaynaklanan ve desteklenen, Türkiye’nin bölünmesini hedef alan siyasi bir harekettir. Bu mesele Türkiye’den başka Suriye, Irak ve İran’ı da yakından alakadar etmektedir.

Çünkü siyasi Kürtçülerin kaynak kitap olarak gördükleri Şerefname, suni olarak yaratılmak istenen Kürt milletinin yaşadığı toprakları, Basra Körfezi’nden Malatya ve Maraş illerinin nihayetine kadar olan saha olarak işaret etmektedir. 1(Şeref Han, Şerefname (Arapça’dan çeviren Mehmet Arslan Bozarslan)İst. 1975, s. 22)

Yani Fars Khuzistan, Azerbaycan, Küçük ve Büyük Ermenistan, Mezopotamya, Musul ve Diyarbekir bölgeleri tasavvur olunan Malum Yapılanma sınırları içine girmektedir.


II- ŞARK MESELESİ

Siyasi Kürtçülük meselesinin temelinde “Şark Meselesi” yatar.

Şark Meselesi’nin ortaya çıkışını Fransız Alber Sorel şöyle açıklamaktadır:

“Türkler Avrupa’da görünür görünmez ortaya bir şark meselesi çıktı. Papazların ve küçük küçük zorbaların idaresine kendisini rahatça teslim etmiş, şArapını içip uyuklayan Avrupa’nın kapısından içeri giren bu dipdiri, erkek güzeli insanlar; yepyeni bir nizam içinde akıp gelen başarılı muazzam kuvvetler, o zamanki Avrupalının örümcekli ve bulanık kafasında bir şok tesiri yaparak onda şifa bulmaz bir (dehşet hastalığı!) doğurmuştur. Türklerin uyuklayan Avrupa’nın afyanonu patlatması hadisesi öylesine derin bir tesir yapmıştır ki, aradan yedi asır gelip geçmiş olmasına ve bir gün eski dipdiri delikanlının (hasta adam!) şekline sokulmasına rağmen, Avrupalının yirminci batın torunları dahi bu dehşet hastalığından, bu Türk şokundan tamamen şifa bulamamıştır.”

2 (Tahsin Demiray, Fiske Taşları, İst. 1956, s. 56-57)

Avrupalı için önceleri şark meselesi, Türklerin Avrupa’ya akınlarının durdurulmasıydı.

Bunu 1683 II. Viyana kuşatması sırasında gerçekleştirdiler. Ondan sonra Türklerin Avrupa’daki topraklardan çıkarılmasıydı. Bu da aşağı yukarı I. Cihan Savaşı sonrasında gerçekleştirdiler.

Bugün ise anlaşılıyor ki, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin parçalanması, yıkılması Türk adının tarihten silinmesi safhasına gelmişlerdir. Acaba Büyük-Küçük Avrupa devletlerini Türklere düşman eden sebepler nelerdir? Bunlar ister istemez araştırmak zorundayız.

1683 İkinci Viyana kuşatması, Türk ve Dünya tarihi bakımından bir dönüm noktasıdır.

1699 Karlofça Antlaşmasında yer alan “Ortodoksların mezhep hürriyetlerinin temini” hususundaki madde, Avrupalının Türk tebası Hıristiyan azınlıklarla daha fazla ilgilenmeleri sonucu doğurdu.

Avrupalının bu ilgisi zamanla kışkırtmağa ve çıkan isyanların desteklenmesine kadar uzandı.

Neticede de XIX. Yüzyıl başlarından itibaren bu Hıristiyan azınlıklar teker teker istiklallerini kazandılar. Türk toprakları günbegün Anadolu’ya doğru gerilemeye devam etti.

İmparatorluğun yıkılışın yavaşlatan başta da ifade ettiğimiz gibi Avrupa muvazenesinin Osmanlı mirasına göre kurulmuş olmasıydı. Avusturya Macaristan, Rusya, Fransa ve İngiltere arasındaki rekabet ister istemez yıkılmayı yavaşlatıyordu. Ancak kısa fasılalarla ve sudan sebeplerle vatan parçaları İmparatorluktan koparılmaktaydı.

1850 yılından itibaren Rus politikasının temelini oluşturan Panislavizm karşısında Türkiye'nin yanında yer alan İngiltere, kırım savaşının kazanılmasında oldukça yardımcı oldu.

Savaş sonrasında 14 Nisan 1856 tarihinde imzalanan Paris Antlaşmasında gene İngiltere politikasının icabı olarak yer alan

“Osmanlı Devletinin bir Avrupalı devlet olarak kabul edilmesi ve İmparatorluk sınırlarının Avrupalı devletlerce garanti edilmesi”

maddesi kuru bir vaadden öteye gitmedi. Çünkü İngiliz desteği, şark meselesinin İngiltere menfaati doğrultusunda halledilmesi için söz konusuydu.

İngiliz diplomatı Lord Salisbury bunu açıkça ifade etmektedir.

“Efendiler! Türkiye’nin tamamiyet-i mülkiyesi mahfuzdur ve Avrupa’nın kefaleti altındadır. Bugün, bizim takip ettiğimiz şark siyaseti tamamiyle bu cümlede mündemiştir. Fakat, bu cümlenin hakiki manası nedir?Bunu da bilmemiz lazımdır. Türkiye’nin tamamiyeti mülkiyesi mahfuzdur demek, Türkiye ülkesi ilanihaye Türklere bırakılacaktır demek değildir. Oradaki mana menfidir. Büyük devletlerden hiç birisi, Türkiye’den arazi alamayacak demektir. Türkiye, büük devletler tarafından taksim edilmeyecek manasınadır. İşte, cümlenin menfi manası budur. Bu kaide yalnız büyük devletlerin Türkiye’den arazi almasını nefyediyor. Bu menfi kaide sair müsbet gayelere mani değildir.

Türkiye’de mahkum olmak üzere, birçok milletler var. Bunlardan hangisi sinn-i rüşde vasıl olduğunu uzunisyanlar ve ihtilallerle isbat ederse, Avrupa onu Türkiye'nin vasiyetinden kurtarmağa çalışmıştır. Evvelce Romanya Sırbistan,Yunanistan, Bulgaristan hep bu suretle istiklale nail oldular. Şimdi de Girit böyle bir istiklale ehliyetini isbat etmektedir. Yarın da Makedonya ve Ermenistan siyasi rüşdlerini isbat edince müstakil olacaklardır. Görülüyor ki, yukarıda zikrettiğimiz cümle, mahkum milletlerin takip etmekte olduğu müsbet mefkurelerin Avrupa tarafından himaye mazhar olmasına mani değildir.”

3 (Ziya Gökalp, “Boğazların Serbestisi. Bu sözün İngilizce Manası”; Küçük Mecmua, Sayı: 19 (9 Ekim 1922) s. 9-11)

Birinci Cihan Savaşı sonrasında gene İngiltere tarafından ortaya açılan “Boğazların serbestisi” meselesinin temelinde İngiltere’nin Ortadoğudaki çıkarları yatmaktadır. Avrupa’nın diğer büyük devleti Rusya’nın Ortadoğu ülkelerine el atmasını önlemek amacına yöneliktir.

XX. yüzyılın ikinci yarısında gittikçe önem kazanan petrol, dünya politikasını alt üst etmiş, bu arada Türkiye’nin jeopolitik durumunu da oldukça etkilemiştir.

Mevkii itibariyle Türkiye bugün, güneyden ve doğudan petrol bölgeleriyle çevrilidir. Suriye sınırında olduğu gibi, sınırlarımıza çok yakın bölgelerde petrol çıkarılmaktadır. Türkiye’deki çalışmalar da müsbet yönde gelişmektedir.

Dünya petrol üretiminin bugün %66’sı Ortadoğu ülkelerinden çıkarılmaktadır. Rezerv bakımından dünya rezervlerinin 2/3’nün Ortadoğu’dan tahmin edilmektedir.

Batı Avrupa ülkeleri petrol ihtiyaçlarının %50’sini Ortadoğu’da temin etmektedirler. İtalya, Japonya, Avustralya, Yeni Zelanda gibi bazı ülkeler ihtiyaçlarının %70-80’ini bu bölgeden sağlamaktadırlar.

Türkiye Ortadoğu’daki petrol bölgelerine gerek coğrafi mevkii itibariyle, gerek ulaşım bakımından tamamen hakimdir. Ayrıca Irak, İran ve Suriye petrol bölgelerinde, genellikle Türk asıllı ve Kürt kabul edilen topluluklar yüzyıllardır buralarda yerleşmiş durumdadırlar.

Çar I. Petro’dan beri sıcak denizlere inmek isteyen Rusya karşısında en büyük engeli Türkiye teşkil etmiştir.

Bugün de NATO bünyesindeki Türkiye,Rusya için büyük bir seddir. Ancak Afganistan’ın işgali bölgedeki dengeyi oldukça sarsmıştır. Buna paralel olarak İran’ın içinde bulunduğu kaos, Irak-İran, Suriye-İsrail çekişmeleri ve Filistin meselesi günümüz dünyasının tehlikeli baş ağrıları haline almıştır.


III- YAKIN TARİHİMİZDE KÜRTÇÜLÜK FAALİYETLERİ

İki yüz yıldan beri yürütülmeye çalışılan Kürtçülük ideolojisi, bir takım aşiret ve oymaklara Kürt oldukları propaganda edilerek, Türk’ten ayrı bir ırk oldukları şuurunun verilmeye çalışılması ve Türkiye, İran ve Irak topraklarında müstakil bir Malum Yapılanma devleti kurulması esasına dayanmaktadır.

Bugüne kadar yapılan Kürtçülük faaliyetleri içinde yer alanlar, genellikle ortaya çıkacak bölünmeden menfaat mevki ve ikbal bekleyen kişi ve zümreler olmuştur.

Bu kişi ve zümreler, halk üzerinde Doğuda şartların oluşturduğu derebeylik artığı otoriteleri ile sosyal ve ekonomik tahakkümlerinin devamından başka bir şey düşünmeyen mahalli ağa, eşraf, şeyh, aşiret reisleridir.

Tarihi şartların bölgede zamanla oluşturduğu derebeylik kalıntısı bu unsurlar, statükonun muhafazası için Kürtçülük ideolojisine sıkı sıkıya sarılmışlar, bölgede çıkan isyan ve ayaklanmaların öncüleri olmuşlardır. Bölgede emperyalist devletlerin maşaları olarak legal ve illegal bütün kuruluşlara ön ayak olmuşlardır.

1800 yıllarından itibaren Osmanlı İmparatorluğu döneminde on iki, Cumhuriyet döneminde yirmi beş büyük isyanın meydana geldiği Türkiye-İran-Irak üçgenindeki Kürt meselesi ile Avrupalı emperyalist devletlerin ilgilenmeleri de aşağı-yukarı aynı tarihlere rastlar.

Bölgedeki çıkarları bakımından faaliyet gösteren Kürtçülük meselesini destekleyen bu devletlerin bugüne kadar takip ettikleri politikaları özetlemek bize bu konuda bir fikir verebilir.


A. İNGİLTERE’NİN FAALİYETLERİ

Kürtçülük hareketi içinde İngiltere çok defa Çarlık Rusya’sı ile işbirliği yapmıştır.

Çıkar çatışması sebebiyle zaman zaman da Rusya’ya karşı bölgede faaliyet göstermiştir.

İngiltere 1800 yıllarından itibaren bölgeye gönderdiği misyonerler ve ajanlar vasıtasiyle Kürtçülük meselesine eğilmeye başlamıştır.

İlk olarak “Doğu Hindistan Şirketi’nin Bağdad’ta bir şubesinin açılmasıyla 1806 yılında İngiltere bölgede faaliyete geçmiştir.

Bu şubenin başına getirilen Rich ve Heine adlı iki İngiliz ile Basra’da görevli İngiliz istihbarat görevlisi Kolkhan ve Hindistan’da Midran şehrinde görevli İngiliz Subayı McDonald bölgedeki Kürtler ve Ermenilerle ilgilenmişlerdir.

1817-1820 yıllarında bölgede faaliyet gösteren Hein, Brother ve Rich adlı İngilizlerin çalışmaları bilhassa 1815 yılında Van-Bayezit bölgesinde vuku bulan Kürt isyanında oldukça etkili olmuş, bu isyanda Ermeniler de Kürtleri desteklemişlerdir.

1821-1822 yıllarında İngiltere’nin gerek İran ve gerek Irak Kürtleriyle de ilgilendiğini görüyoruz.

Frazler adlı bir İngiliz istihbarat elemanı, İran’da faaliyet göstermiş, Irak’a giden bir grup İngiliz subayı da Süleymaniye’de temas kurulan Kürtleri eğitmişlerdir.

Ortadoğu’da 1828 ve 1832 yıllarında uzunca bir seyahat yapan Rodon Cissini, 1835 yılındaki seyahati sırasında yanında götürdüğü bir heyetle Dicle-Fırat arasındaki bölgede yer altı zenginliğini tesbit etmek üzere faaliyet göstermiştir.

Misyoner faaliyetlerin arkasında da ilk defa olarak gene İngiltere’yi görüyoruz. 1820 yıllarında Türkiye’de açılmaya başlayan İngiliz misyoner okulları oldukça geniş bir kadro ile faaliyet göstermişlerdir. 1877-1878 Türk-Rus savaşı sırasında, İngiltere bölgedeki kendi çıkarını korumak üzere bazı subay ve sivil elemanlarını Türkiye’ye göndermişti.

Bunlar arasında bilhassa General Bikker, Fırat-Aras bölgesinde görev alarak Kürtlerle ilgili çalışmalar yapmıştır. Bundan başka İsmail Hakkı Paşanın müşaviri Tirotir, Sivaş konsolosu Vilson, Van Konsolosu Klayton, Williams ve Visan adlı istihbarat elemanları Doğu Anadolu’da oldukça geniş faaliyette bulunmuşlardı.

Bölgedeki İngiltere’nin tesirliği bilhassa I. Cihan Savaşı sonrasında tamamen görülür hale gelmiştir.

Rusya’nın 1917 komünist ihtilalini müteakip bölgeden çekilmesi, savaş galibi itilaf kuvvetleri lider İngiltere’ye, bölge coğrafyasını istediği gibi tesbit etme imkanını vermişti.

İngiltere bu hakkı kendisinde görmekteydi.

1 Kasım 1918 tarihinde Irak’ta Şeyh Mahmud liderliğinde kurdurduğu Güney Malum Yapılanma hükümetini, Şeyh Mahmud’un İngiliz çıkarlarına ters düşmesi sebebiyle bizzat İngiltere ortadan kaldırmakta tereddüt göstermedi.

30 Ocak 1919 tarihinde Loyd George, Paris konferansında Kürt meselesini gündeme getirerek, konferans metnine:

“.... Ermenistan, Suriye, Mezopotamya ve Malum Yapılanma, Filistin ve Arabistan Osmanlı (Türk) İmparatorluğundan tamamen ayrılmalıdır.”

Maddesini koydurdu.

Loyd George’un bu teşebbüsü 10 Ağustos 1920 tarihinde imzalanan Sevr Antlaşmasının 62, 63, ve 64. Maddelerinde daha da belirginleşti.

Böylece, bölgede bir Kürt devletinin kurulması için önemli bir adım atılmış oldu.

İngiltere’nin savaş sonrası bu faaliyetleri ile geçirdiği Mezopotamya bölgesi ile Türkiye ve Rusya arasında tampon bir devlet yaratma gayretlerinden başka bir şey değildir. Bölgede kurulacak Ermenistan ve Malum Yapılanma ile İngiltere Irak’taki yeni sömürgesinin emniyetini sağlayabilecekti.

Mütareke sonrasında ve Milli Mücadele yıllarında İngiltere’nin Kürtlerle ilgili sürdürdüğü yoğun faaliyet Robeck’nin Kürtlerle ilgili sürdürdüğü yoğun faaliyet Robeck’in Lord Curzon’a gönderdiği raporlarda açıkça görülür.

Seyyid Abdulkadir başkanlığında merkezi İstanbul olmak üzere kurulan “Kürt Teali ve Terakki Cemiyeti” İngiltere tarafından finanse edilmiş, gene İstanbul’da Türk aydınları arasında sempatizan toplayabilmek amacıyla “İngiliz Muhibler Derneği”; Ermeni-Kürt işbirliğini sağlayabilmek amacıyla Hoybon cemiyetleri kurulmuştur.

Ayrıca Hürriyet ve İtilaf Fırkasının bazı şubelerine ve mensuplarına da el atılarak, bunlar İngiltere hesabına kazanılmıştı.

Milli Mücadele yıllarında ve Cumhuriyet döneminde çıkan Kürt isyanlarının büyük bir kısmında İngilizler menfi rol oynamışlardır.

11 Mayıs 1919 da Midyat Nusaybin ve Ömerkan bölgelerinde çıkan Ali Batı isyanı,
1920 yılında çıkan Koçgiri isyanı,
aynı yıllarda Irak’ta başlayan Şeyh Mahmud Barzanci isyanı,
Musul meselesinin görüşülmesi sırasında 1924 de Çal, oramar, Çölemerik ve Habur suyu bölgesinde çıkan Nasturi ve Kürt isyanı,
1925 de, Raçkoyan ve Reman isyanı,
1926’da çıkan Şeyh Sait İsyanı,
1926-1930 yıllarında çıkan, Ağrı isyanı doğrudan doğruya İngilizler tarafından organize edilmiştir.


B. RUSYA’NIN FAALİYETLERİ

Rusya’nın Osmanlı tebaası Kürt unsurla ilgilenmesi, 1805 yıllarına kadar iner.

Rusya’nın Doğu vilayetlerimizde görevlendirdikleri konsoloslar bir yandan ilmi çalışmalar yaparken, diğer yandan kışkırtıcı faaliyetlerde de bulunmuşlardır.

Bunlar arasında Diyarbekir konsolosu Yakimaniski, Tebriz konsolosu Bonofiyd, 1853 Türk-Rus savaşları (Kırım Savaşı) sırasında Binbaşı Loris Malakof ile general Babatov, 1856 yılında Erzurum konsolosu Aleksandre Jaba’yı sayabiliriz.

1829 yılında devam eden Türk-Rus savaşları sırasında Botan; Revandız, Bodinan, ve Hakkari Kürt beyleri Doğu’da Türk kuvvetlerinin yenilgisinde büyük rol oynamışlar, Erzurum üzerine yürüyen General Korganof, Zeylani aşireti reisi Süleyman Ağa ile Sepki aşireti reisi Süleyman Ağanın tarafsızlıklarını maddi çıkar ve Rus Çarı tarafından unvan verilmesi karşılığında temin etmişti.

Aleksandre Jaba doğrudan Petersburg ilimler Akademisinden aldığı talimatla Erzurum ve çevresinde faaliyet göstermiş, temas kurduğu Kurmanç ve Zaza topluluklarının kelimelerini tesbite çalışmıştır.

Jaba’nın bu faaliyetleri sonunda Ruslar, ilk defa olarak Kürtçe bir lügat hazırladılar.

Rusların bundan sonraki politikalarına esas teşkil eden bu lügatın hazırlanmasını takiben Kürt adı verilen bu unsurların ayrı dile ve ayrı ırka mensup oldukları ileri sürülmüştür.

Aynı Rus Akademisi daha sonra Şerefname’nin Farsça aslını, 1860-1862 yıllarında yayınladılar.

1868-1875 yıllarında Şerefname bu defa tahrif edilerek ve Ruslar tarafından ilaveler yapılarak 4 cilt halinde Fransızca olarak neşredildi.

Rusya bölgenin sosyo-ekonomik yapısını incelemek üzere faaliyetlerine daha da hız verdi.

1924 yılında Rus politikacısı Wladimir Minorsky, “Kürtler” adlı bir eser yayınladı.

İslam Ansiklopedisindeki “Kürtler” maddesi de gene aynı Rus yazarı tarafından kaleme alınan yazıya göre tanzim edildi. Erivan Üniversitesinde bir Kürt Enstitüsü açan Rusya, Revandiz’de de bir Kürt koleji atı.

Ruslar, bu kültürel faaliyetler yanında, bölgedeki isyanlara da ön ayak oldular.

Osmanlı İmparatorluğunun parçalanması, Rusların sıcak denizlere inmesi ancak bölgede kurulabilecek bir Kürt devleti ile mümkün olabilecekti.

Ruslar bu koridoru oluşturabilmek için, İngilizlerle zaman zaman çıkar çatışmasına girmesine rağmen, çoğu kere müştereken Kürt ve Ermeni ihtilalcileri ile işbirliği yapmaktan çekinmedi.

Kırım Savaşı sonrasında Hakkari bölgesinde çıkan Bedirhanoğullarından Şir Yezdan isyanı, 1877-78 Türk-Rus savaşları sırasında gene Bedirhanoğullarının çıkardığı isyan 1880 yılındaki Şeyh Ubeydullah isyanı doğrudan Rus teşvik ve yardımlarıyla vuku bulmuştur.

1906 yılından sonra Barzan aşiretiyle temas kuran Rusya bu ilişkisini günümüze kadar devam ettirmiştir. 1908 yılındaki Barzan Şeyhi Abdusellim isyanı ile 1903 yılındaki Bitlis isyanları, gene Rusların desteği ile meydana gelmişti.

Bilhassa II. Cihan Savaşı sonrasında Orta-Doğu meselelerinde Ruslar oldukça tesirli olmuşlardır. Orta-Doğu ülkelerini durumunu izah ederken Amerika, Fransa ve İngiltere ile birlikte Rusya’nın politikasını da ele alacağız.


C. FRANSANIN FAALİYETLERİ

Fransa Ortadoğu’da Osmanlı mirasından daha fazla pay alabilmek için sömürdüğü Ermeni meselesi ile birlikte Kürt meselesini de istismar etmiştir.

1893-1897 yıllarında hazırlattığı bir kitapla bölgedeki azınlıklar hakkında çeşitli bilgileri bir araya toplatan Fransa İngiltere ve Rusya’nın aksine, meseleye daha başa bir açıdan yaklaşmıştır.

Bu Fransız politikası, Kürt ve Ermeni unsurun ari ırktan oldukları, köklerinin bir olduğu iddiasına dayanmaktadır.

Ortadoğu’daki İngiliz-Rus-Amerika politikası karşısında, fazla bir şey yapamayan Fransa Hatay meselesinde Türkiye’nin başına bir gaile olarak çıkan 1936 Dersim isyanına büyük ölçüde yardımcı olmuştur.

Daha sonraki yıllarda, İngiltere ve Amerika’nın arkasından bölgedeki politik dengede yerini almıştır. Halen Fransa’da, Fransız hükümeti tarafından kurulan “Comite de solidarite a la Revolution Kurd” adlı cemiyet faaliyet göstermektedir.


Ç. ABD’NİN FAALİYETLERİ

Orta-Doğu’da, A.B.D. faaliyetleri, 1810 yıllarına kadar iner.

Daha çok misyoner faaliyetleri şeklinde görülen bu A.B.D. politikası “American Board” müessesesi tarafından desteklenmiştir.

Başlangıçta Amerikan misyonerler,i Rus ve İngilizlerle müşterek bir çalışma içine girmişlerdir. Daha çok bu devletlere yardımcı olmuşlardır.

1880 yılında çıkan Şeyh Ubeydullah isyanında Ruslara yardımcı oldukları gibi 1887’de İngiliz istihbarat elemanı Lash’ın Musul bölgesindeki çalışmalarına da katılmışlardır.

A.B.D.’nin Ortadoğudaki etkinliği daha çok II. Dünya savaşından sonradır. İran meselesinde bunu açıklayacağız.


D. DİĞER AVRUPA DEVLETLERİ:

Kürtçülük faaliyetleri Avrupa’nın diğer ülkelerinde de görülmektedir. Bunlar arasında Almanya’daki “Deutsche Kurdisch Geselschaft” adlı cemiyet ile Hollanda’nın Amsterdam şehrindeki, “Kürt cemiyeti”, İsveç Kürt cemiyeti Avrupa Kürt talebe birliği akla gelir.


E. EMPERYALİST ÇIKARLARININ ORTADOĞUDAKİ JANDARMASI İRAN:

Sasani devletinin 641’de Araplar tarafından yıkılmasından sonra bölgede kısa bir süre Türkler hakim unsur olarak ortaya çıkmıştı.

IX. Yüzyıldan 1925 yılına kadar süren Türk hakimiyetine son veren Rıza Şah’tır.

2500 yılılk İran İmparatorluğu gibi, gayr-ı ilmi ve tarihi gerçeklere tamamen ters bir tutum içine giren Fars ırkçısı Pehlevi hanedanı yarım yüzyıllık bir iktidardan sonra devrilmiş bulunmaktadır.

Bu hanedünın Orta-Doğu’da oynadığı meş’bm rolü bütün ayrıntılarıyla bilmek zorundayız. Hanedanın kurucusu olan Rıza Şah, asıl adı Savad Küh olup, Mazenderanlı fakir bir Fars ailesinin çocuğudur.

Gençlik yılları zaruret içinde geçen Rıza Han, İran’da bulunan Albay Liyanof kumandasındaki Rus gönüllü alayına yazılarak, Ruslara iyi hizmet gösterdiğinden, zamanla yükselmeyi başardı.

Nihayet İngilizlerin de dikkatini çekmeyi başaran bu muhteris general, İngiltere’nin desteğiyle Türk Kaçar hanedanının son hükümdarı Ahmet Kaçar (1909-1925) Han’ın yerine İran tahtına geçirildi.

16 Aralık 1925 tarihinde sonradan benimsediği “pehlevi” soyadına dayanarak, Pehlevi Hanedanının kurucusu oldu.

Kısa zaman sonra velinimeti İngilizlere, kendini gösterme imkanı buldu: Musul meselesinde İngiltere’ye destek olarak Türkiye ile İran arasında bir Kürt devletinin kurulmasına gayret sarf etmeye başladı.

Şah Rıza Pehlevi’yi buna sevk eden sebepler çoktur.

Bunlar içinde en önemlisi, İran’ın etnik yapısıdır.

İran’ın %50’den az olmayan Türk unsuru, sayıca Fars nüfusundan öndedir. Bin yıldır Türk hanedanları İran’da hükümran olmuşlardır.

Komşu Türkiye Cumhuriyeti devleti demokrasiyle yönetilen hür bir ülkedir. Bundan Fars aydınlarının etkilenmesi tabiidir.

Türk toplulukları (Azeri, Türkmen, Kaş....... vb.) yönetime bir türlü baş eğmemişlerdi. Bu ve daha başka sebepler, Rıza Şah’ın Orta-Doğu Politikasını tesbite zorladı.

“İran Nijat Kavimleri Mektebi”ni himayesine alarak ari ırk (aryaniler) politikası takip etmeye ve Kürtlerin ari ırktan oldukları iddiasını ve propagandasını yürütmeye başladı.

Bunun sonucu olarak 1925 Reman ve Racko, 1925 Şeyh Sait, 1926 da Koçuşağı 1926-30 Ağrı, 1928 Sason, 1930 Zeylan deresi ve Şemdinli olaylarında Rus ve İngiliz politikasının yanında İran’ın da yer aldığını görüyoruz.

Bilhassa Ağrı isyanından sonra Türk kuvvetlerinin önünden kaçan isyan elebaşılarına, İran siyasi sığınma hakkı tanımıştır.

Bu isyancılar arasında Hoşbun fevkalade komiseri Yüzbaşı İhsan Nuri (daha sonra İran ordusunda görev verilmiştir) Ağrı jandarma komutanı Semikanlı Timur, Ferzent, Şeyh Abdülkadir Şeyh Tahir, Seyit Resul, Ermeni asıllı İbrahim Sigo, Karaköseli Ermeni Kerem (Kigam) gibi kimseleri sayabiliriz.

Rıza Şah’ın II. Cihan Savaşı sırasında Alman yanlısı bir politika takip etmeye başlaması üzerine A.B.D. Rusya ve İngiltere 25 Ağustos 1941’de İran’ı işgal ettiler.

Morris adasına sürülen ve tahttan feragat eden Rıza Şah’ın yerine büyük oğlu Şahpur Muhammed 27 Eylül 1941 tarihinde İran tahtına oturtuldu.

Bu tarihlerde İranv e Irak petrollerinin imtiyaz hakkı, İngilizlerin elinde idi. II. Cihan Savaşı sonrasında A.B.D. Rusya ve İngiltere arasında bu petrollerin imtiyaz hakkını ele geçirmek için kıyasıya bir mücadele başladı.

Bu mücadelede İran ile birlikte Irak’ın kuzey-Doğusu Türkiye'nin Hakkari vilayeti ve İran’da Urmiye Gölü’nden Türkiye’ye kadar uzanan sahada yaşamakta olan Barzanlılar aşireti oldukça önemli rol oynadılar.

1941 yıllarında müşterek düşman Almanya karşısında birbirine oldukça yakınlaşan A.B.D. ve Rusya, bölgedeki İngiliz çıkarlarına karşı ortak bir mücadele başlattılar.

KGB desteğindeki İran TUDEH partisi, Moskova yanlısı Kürt KAWA teşkilat,ı ABD’nin desteğindeki KOMOLA Kürt teşkilatı, Irak ve İran’daki İngiliz petrol şirketlerine (Shell) karşı ortak bir mücadele yürüttüler.

Bu mücadeleyi bölgede bu devletler adına genç İran Şahı Muhammed Rıza üstlenmişti.

Molla Mustafa Barzani’nin Irak’taki 1942 isyanı İngiliz ve Irak Krallığı tarafından bastırıldı.

İran’a sığınan Molla Mustafa Barzani Mahabat’ta kurulan Malum Yapılanma Demokrat partisinin genel sekreterliği görevini üstlendi.

Bir yandan da Tudeh ile sıkı temastaydı.

Mahabat’a bağlı olarak Irak Malum Yapılanma Demokrat Partisi de 1946 yılında faaliyete geçti.

İran Şahı A.B.D. politikasını bölgede uygulamaya koyarak bu partiyi kanun dışı ilan edip Mahabat ve Rızaiye’yi 13 Aralık 1946 tarihinde ele geçirdi.

Molla Mustafa Barzani ve Peşmergeleri Rusya’ya sığındılar.

Rusya bölgedeki hakimiyet davasını ABD’ye karşı kaybetmişti.

ABD’li, 5, 1 İngiliz, 1 Fransız, 1 Hollanda-İngiliz ortak şirketi 21 Ekim 1954 tarihinde kurulan konsorsiyumla İran petrollerini ele geçirdi.

Milli petrollerini yabancılara peşkeş çeken Şah bu defa da Irak’daki İngiliz şirketi (Shell)’nin elinde bulunan petrolleri ABD Standard Mobil Oil Şirketi adına ele geçirme politikasını takip etmeye başlamıştı.

1955 yılında kurulan Bağdad Paktı, açıkça Batılı devletlerini bölgedeki çıkarlarını korunması gayesine yönelikti.

Irak Kralı Faysal ile Başbakan Nuri Said Paşa’nın Politikalarında İngiltere çizgisinden ayrılmaları üzerine, İngiltere Irak’taki yönetimi gözden çıkarmış ve General Kasım’ın ihtilali takiben çıkardığı af üzerine 12 seneden beri Rusya’da bulunan Molla Mustafa Barzani ve taraftarları da Irak’a dönmüşler, Rusya için yeni bir ümit belirmişti.

Irak’ta Molla Mustafa Barzani’nin ağabeyi Şeyh Ahmed hapisten çıkarılarak, Malum Yapılanma Demokrat partisinin 14 kadar şube açmasına müsaade edilmişti.

Barzani, Rusya’da bulunduğu sırada (12 yıl boyunca) beklediği yardımı göremediğinden, hayal kırıklığı içindeydi. ABD yanlısı bir politika ile bölgede muhtariyet kazanazileceği ümidini besliyordu.

Ancak parti içinde gittikçe kuvvet kazanan Celal Talabani, Moskova yanlısı politikasına devam ediyor. Barzani’ye karşı gizliden gizliye mücadeleye hazırlanıyordu.

Malum Yapılanma Demokrat Partisi ve Irak Komünist Partisi, 1959 Şubat’ında Arap milliyetçisi General Abdulvahhap Şevvaf komutasındaki isyanın bastırılmasından sona Musul’da binlerce milliyetçi Arap’ın öldürülmesine ön ayak oldular.

Daha sonra bölgede Kürt emellerine en büyük engel gördükleri Irak Türklerine karşı Kerkük’te 14 Temmuz 1959’da büyük bir katliama giriştiler.

Böylece zayıf düşürülen General Kasım yönetimine karşı, Barzani otonomi teklifiyle isyan etti.

Mücadele devam ederken, Irak’ta yönetim 8 Şubat 1963 darbesiyle tekrar el değiştirdi.

İş başına bu defa General Abdüsellam Arif ve Baas mensubu Hasan el-Bekr gelmişti.

Bu arada Barzani Talabani çekişmesi had safhaya ulaşmış. Talabani İran’a dönmüştü.

Ancak Irak hükümeti, bu durumdan faydalanmasını bilmiş ve 1965-70 yılları içinde Talabani’ye destek olmuştur.

Muhtariyet, aldatmacası dört yıl kadar sürdükten sonra ABD ile gizlice anlaşan Baas yönetimi, İran’la Cezayir’de 11 Mart 1975’de sulh masasına oturdu.

Barzani böylece ABD yardımından da mahrum kalarak tekrar hayal kırıklığına uğradı.

Ancak ABD, bu piyonuna bir kadirşinaslık örneği (!) göstererek İran vasıtasıyla sığınma hakkı tanıdı. İntihal eden bir takım peşmergelerini geride bırakan Barzani İran’a sığındı. Böylece Standard Mobil Oil Şirketinin Irak’a nüfuzu da sağlanmış oldu.


IV. SONUÇ

Irak, İran, Suriye, ve Türkiye topraklarında yaşayan, kendilerine Kürt adı verilen bu unsurlar, Osmanlı İdaresi döneminde herhangi bir baskı veya ayırıma tabi tutulmaksızın hayatlarını sürdürmüşlerdir. Bu süre içinde devlete bağlılıkları ve idareye yardımcı oluşları dikkati çekmiştir.

Zaman zaman ciddi bir organizasyondan uzak tamamen bölgeyi ilgilendiren, mera, vergi vb. anlaşmazlıklardan doğan ayaklanmalar olmuştur. Ancak bu hareketler hiçbir zaman ideolojik anlamda ve ülkeyi parçalamaya yönelik bir hüviyette görülmemiştir.

Yerli ve yabancı araştırmaların ortaya koyduğu gerçek, bir Kürt ırkının olmadığıdır.

Rus, İngiliz ve diğer Batılı araştırıcıların aralarında çeşitli lehçe ve şive farklılıkları görülen aşiretleri Kurmanç şivesi etrafında birleştirerek, suni bir millet yaratma gayreti altında başka şeyler aranmalıdır.

Yukarıdan beri izah ettiğimiz üzere, bu gaye açıktır.

Dil, edebiyat, tarih ve folklor araştırmaları bölge insanları ile Türk milletinin birçok ortak yanlarını ortaya koymuştur. 4
(Mehmet Eröz: Doğu Anadolu’nun Gerçeği; İst. 1976; Aydın Taneri, Kürtler;Ank. 1976; Mahmut Rışvanoğlu, Doğu Aşiretleri ve Emperyalizm, İst. 1975; M. Şerif Fırat, Doğu İlleri ve Varto Tarihi, İkinci Baskı, Ank. 1961.)

Prof. Dr. Eröz’ün 5 (Mehmet Eröz: a.g.e. s. 24 vd.) yaptığı açıklamalar, Kürt adı verilen topluluklardaki birçok aşiret ve oymakların Türk olduklarını açıkça ortaya koymaktadır.

Gene Eröz’ün belirttiği üzere bölgede bir Kürt ırkı aranmamalı, Türkmenlerin Kürtleşmesi meselesi ve sebepleri üzerinde durulmalıdır.

Biz burada Kürtleşme konusun yabancılaşma olarak almak isteriz. Bu yabancılaşma da, bölgede bin yıldır vuku bulan siyasi tarihi olaylar sonucu merkezi otoriteden kaçan Türkmen toplulukların farklılaşmasını görmekteyiz.

Türk ilim adamları bilhassa bu konu üzerinde durarak iç ve dış düşmanlarımızın bölgede suni bir Kürt milleti yaratma çabalarına dur demelidirler.

 
  Bugün 11 visitors (18 hits) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol