Habersiz Kalma
  Hollywood ve Amerikan dış politikası
 

              Hollywood filmlerinde Amerikan dış politikası



Soğuk Savaş döneminden günümüze, Hollywood filmlerinde Amerikan dış politikasının geçirdiği dönüşümü izlemek mümkün... Sinemada uluslararası politikanın yansıtılması ve sinema seyircisinin, kendi bağlamı içinde onu görsel gerçeklik ve gerçeğin kendisiyle aynılaştırılarak gerçek gibi algılaması bilinen bir olgu. Sinemada, politik kamuoyunda bariz olan ilişkiler ve görsel etkinin olanakları biraraya gelir. Burada sorun bir sinema filminin, resmi ideoloji tarafından belirlenen algı örneklerini ve kategorileri ne kadar dikkate aldığıdır.


Soğuk Savaş döneminden 2000’li yıllara kadar Amerika’nın Sovyetler’e karşı izlediği politikanın izdüşümünü Fleming’in romanlarından uyarlanan 007 James Bond filmlerinden takip etmek mümkün. James Bond karakteri, Doğu-Batı karşıtlığı çerçevesinde bir düşman sembolünü yarattı ve gösterdi. Rakip olarak “kötülük imparatorluğu” Sovyetler, sinemada farklı filmlerde de yer buldu. James Bond filmleri Doğu-Batı arasındaki rekabetin gerilimini yansıttı ve negatif düşmanlığın değerlerini sinema seyircisine benimsetti. Bu değerler düşmanın daima zarar verebileceği varsayımı üzerine inşa edildi. Fakat zamanla Sovyetler’e yönelik gerilimli politika oluşturma çabaları yıllar içinde değişime uğramıştır. Örneğin Octopussy/Ahtapot (1983) filminde Sovyetler salt kötülüğün simgesi olarak değil de iyi ve kötü Sovyet ayrımıyla temsil edildi. The Living Daylights/Gün Işığında Suikast (1987) filminde ise Afganistan direnişinde KGB pozitif olarak gösterildi. 1989’da çekilen License to Kill/Öldürme Yetkisi‘nde ise Soğuk Savaş bütünüyle kayboldu. The World is Not Enough/Dünya Yetmez’de (1999) James Bond, Hazar denizinde petrol boru hattı tekelini eline geçirmeye çalışan teröristleri engellemek için uğraşır ya da Die Another Day/Başka Gün Öl’de (2002) Kuzey Kore’de bir albayın çok güçlü lazer silahla donatılmış bir uyduyu Kuzey Kore ordusuna dahil ederek yol açmak istediği korkunç saldırıyı son anda önler.

Son filmlerde düşman resimleri ve konularının kısmen değişmesinin nedeni, 1985’ten itibaren Amerika-Sovyet ilişkilerindeki değişimdi. Gorbaçov’un yeniden yapılanma programı çerçevesinde nükleer silahların çift taraflı olarak azaltılması kararı, Sovyet tehdidini Amerika açısından barışa dönüştürme sürecini başlattı. Böylece, yeni düşmanlar yaratmaya yönelik bir süreç de başlamış oldu.
Ötekileştirme

Bu, aynı zamanda farklı olanın marjinalleştirilip ötekileştirilmesi sürecidir. Bu süreçte farklı olanın kendi özgül kültürü ve tarihini sahiplenerek, konuşabileceği “etik alan” ortadan kaldırıldı. Farklılık denetlenmesi gereken total bir nesneye dönüştürüldü. Artık söz konusu olan Doğulu teröristlerin üstesinden gelince True Lies/Gerçek Yalanlar (1994), Executive Decision/Kritik Karar (1996), The Siege/Kuşatma (1998), Collateral Damage/Ölümüne Takip’in (2002) ya da zorba diktatörün altında ezilen halklara özgürlük götürmek için savaşan Amerikalı kahramanların Black Hawk Down/Kara Şahin Düştü (2001) öyküleridir. 11 Eylül olayından sonra güvenlik adına “özgürlük savunuculuğu”nun konulaştırılmasının dayanak noktası, muhafazakâr geleneklerin radikalleştirilmesi ve liberalizmdir. Bu aynı zamanda sermaye paylaşım arzusunun gereği olarak ayrımcılığı körüklüyor. Sosyal psikolojinin “onlar” ve “biz” olarak basit ayrım kuralına dayanan güvenlik arayışı, zorlamayı, kontrol etmeyi, boyun eğmeyi/eğdirmeyi, dışlamayı beraberinde getiriyor. Ulusal kimlik algısı, saldırgan ırkçılık tarafından yönlendirilen çok savunmacı ve “önleyici savaş doktrini”yle tehlikeli bir biçime dönüştü. Minority Report/Azınlık Raporu (2002) ve Dead Zone/Ölüm Bölgesi (1983) gibi filmlerde yakın bir gelecekte suç işleyebilecek suçlular önceden tespit edilip, suçu işlemeden yakalanıp etkisiz hale getirilir. Irak savaşının senaryosu da bundan farklı değil. Henüz gerçekleşmemiş bir eylem bahane edilerek ‘suç’ daha kuluçka aşamasındayken safdışı edilmeye çalışılıyor. Burada tek sorun suçun gerçekten işlenip işlenmeyeceğini hiçbir zaman öğrenemeyeceğimiz. Somut olan tek şey, sanal suçun cezalandırılmış olması ve milyonlarca masum insanı felakete maruz bırakmasıdır.

11 Eylül öncesi Hollywood filmlerinde, Doğu imgeleri bir yandan oryantalist anlayışa uygun olarak biçimlenirken, diğer yandan film kahramanının bireysel cesareti aracılığıyla Batı medeniyetinin temel değerleri özgürlük, adalet, insan haklarına sahip çıkılır. Gerekirse bu uğurda CIA, FBI gibi kendi kurumlarının haksız uygulamalarına da eleştirel bakılır. 11 Eylül sonrası filmlerde Doğu tamamıyla terörle özdeşleştirilir. Teröristleri cezalandırmaya yönelik intikam diyarıdır; özgürlük götürülmesi ve kurtarılması gereken yerdir. Bu bağlamda özgürlük, demokrasi, insan hakları gibi Batı medeniyetinin temel taşları, Amerika’nın milli güvenlik politikaları çerçevesinde, milli kimlik oluşturmaya yönelik muhafazakâr militarist anlayışla üretilen 300 Spartalı (2007) gibi filmler aracılığıyla içi boşalmış kavramlara dönüştü.

Bugün “terörle savaş” adı altında yürütülen ve muhafazakârlığı besleyen emperyalist savaşla, ülkesindeki ve dışarıdaki muhalif sesleri kısıtlayan ve izole eden ABD’nin politikaları, her ülkenin yerelliğinde yeniden üretiliyor. Bu korkuyu, tehlikeyi besleme, belirsiz “terör öznelerini” artırma gayretinin sonuçları toplumsal ve sınıfsal parçalanmayı beraberinde getiriyor. Böylesi bir iktidar anlayışının karar veren aktörleri olarak film kahramanları, kişisel sezgilerin toplumsal eylem için yeterli olduğu düşüncesine dayanan “benlikçi liderlik” anlayışıyla politika üreterek eylemde bulunandır. Bu anlayışla, başkalarından gelecek müdahalelere, karar süreçlerinin paylaşılmasına ya da politikaların müzakere edilmesine ilişkin demokratik gereksinime ve kendi iradesinin kısıtlanmasına karşı, aşırı ölçüde “liderlik dayatması”nı kullanırlar. Benlikçi lider aynı zamanda kendi kararlarının herkesçe uygun bulunacağına katıksız inanır ve kararlarını bireysel seçkinlik fantezisi üzerinden topluma geri yansıtır .

Sonuçta, adaletin yerini bulmadığı, hak ve özgürlüklerin eşit olarak korunmadığı bir dünyada tek taraflı üretilen güvenlik stratejilerine dayanan güvenlik arayışları ve bunu empoze etmeye yönelik üretilen filmlerin, dışlamayı ve çatışmayı katmerleştirmekten öte, dünya barışına bir katkı sağlamayacağı kaçınılmaz bir gerçek olarak önümüzde duruyor.

Makale: DİLEK İMANÇER: Doç. Dr., Ege Üni.

 
  Bugün 1 visitors (1 hits) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol